Her birimizin bu yaşamda var olmanın döngüsü içinde rol aldığımız farklı kimliklerimiz var. Evlat kimliğimiz, kardeş kimliğimiz, arkadaş ve eş kimliklerimiz gibi çalışma hayatlarımızda da üzerimize bir kıyafet gibi giydiğimiz iş kimliğimiz var.

İster kendi işimiz olsun, ister bir sistemin içinde olalım, öyle ya da böyle, uzun ya da kısa, amatör veya profesyonel iş hayatı deneyimlerimizi yaşadık ve yaşıyoruz. İş kimliklerimizin şapkaları altında farklı farklı alanlarda farklı insan karakterleri ile iletişime giriyoruz. İletişim kalitemiz ise davranışın arkasındaki düşünce ve duygu kontrolümüze bağlıdır. Hatta bu alanda yapılmış bir çok araştırma iletişimin mantık yürütme ve düşünceden daha çok duygularla yönetildiğini ortaya koymaktadır. İletişim ve duygu kavramları birbiriyle iç içe geçmiş, birbirini etkileyen iki unsurdur.

info-4

Bu öyle bir kaynaşmadır ki, hem kişilerarası iletişim bireyin duygu durumlarını etkilemekte, hem de duygu durumları, kişilerarası iletişimi nasıl ve ne düzeyde gerçekleşeceğini belirlemektedir. Bu nedenle de stratejik konumda olan çalışanların duyguları örgütler için önemli hale gelmektedir.

Artık insanın ön plana çıktığı yeni bir iş yaşamının içindeyiz. Bu modern yeni iş yapış dünyasında insan ve duygularını merkeze alan kurumlar daha başarılı oluyorlar. Ancak mesele, çalışanların iş performanslarına en büyük katkıyı sağlayan duygu navigasyonlarını koordine edebilme becerisinde saklı. Yani; duygularımızı çalıştığımız iş yerindeki durum ve koşullara uygun olarak düzenleyebiliyor muyuz? Hayatın içinde olduğu gibi işte de duyguların düzenlemesi psikolojik bir farkındalık gerektirir, bununla birlikte iş ortamlarımızda gereken duygu düzenlemelerini yapabilme becerimiz iş yetkinliğimize performans artışı getirecektir. Bu duygu düzenleme becerisine de örgütlerde (kurumlarda) “duygusal emek” denilmektedir.

“Duygusal Emek” kavramını ilk kez ArlieRussell Hochchild 1983 yılında kendi kitabında kullanarak literatüre kazandırmıştır. Çalışanın istenen davranışı göstermek için duygularını yönetmesi anlamını taşımaktadır.  Bu, sosyal normları sağlayabilmek ve karşısındakini rahat ettirmek adına kişinin bazı duyguları bastırması bazılarını da uyandırması anlamına gelmektedir. Yani diğer bir anlamda, belirli bir duygu ifadesi takınarak davranma ve müşteride bir his yaratma çabası ile uygun duyguyu sergileme çabasıdır. Diğer insanları anlamak, onların durumlarını, hissettiklerini anlayabilmek adına empati kurabilmek demektir. Buna yetkin olabilen bir çalışan hem kendi  motivasyonunu hem de işletme başarısını artırmaktadır. Duygusal olarak etkileşime katılan ve kendini işin içinde hisseden birey günlük hayatında ve iş hayatında daha motive olabilir.

Buradan da anlaşılacağı gibi, duygusal emek ve iş performansı arasında dolaylı bir bağlantı bulunmaktadır. İş kimliğinde var olma veya başka bir ifadeyle kendini gerçekleştirme yolunda duygularını rahatlıkla düzenleyebilen ve sergileyebilen birey duygu yönetiminin olumlu sonuçlarını yaşarken, uygun duygu durumunu yansıtamayan bir diğer birey duygu yönetiminin pek çok olumsuz sonuçları ile yüzleşmek zorunda kalmaktadır.

İş dünyasında rol alan kimliklerimiz, karşılaştığımız bir etki durumu karşısında otomatik olarak verdiğimiz her tepki davranışı -düşünmeden, farkında olmadan, bilinçsizce- duygularımızla hareket ettiğimizi gösteriyor ve bizi çoğunlukla düz duvara toslatıyor. Çünkü, hepimizin arka planda çalışan biricik hikayelerimize göre değişkenlik gösteren çekirdek inancımızdaki düşünceler, bize saniyenin üçte biri hızında bir duygu hissettiriyor. Buradan sonrası ise bizim bu duyguyla ne yaptığımıza kalıyor.